Bir Kahvenin Bir Ömür Hatırının Olduğu An

Sigarasından derin bir nefes aldı ve külünü silkti. Halıya düşen külleri umursamadığı dalgın bakışlarından belli oluyordu. Çalan kapıyı da duymamış gibi görünüyordu fakat dalgın dalgın ayağa kalktı. Kıvrılmış olan halının kenarını ayağıyla düzeltti. Kapının deliğinden baktı. Gelen "O"ydu. Tam zamanında gelmişti. Tam 10:12'de.

Kapıyı açtı. Sustular saniyelerce. Gözleri konuştu sadece. Gözleri doldu kızın. O büsbüyük gözlerinde yaşlar belirginleşti. İnce dudaklarını araladı bir şey söyleyecek gibi. Sonra sustu. Sarıldılar ilk kez seviştikten sonra sarıldıkları gibi. Vücudu uyuştu, bacakları boşaldı. İçeriye davet etti kızı. Paltosunu aldı ve ahşap kapının arkasındaki eskimiş vestiyere astı. Atkısını da kokladıktan sonra paltonun yanına astı. Oturdular sessizce. Mahsun bir çocuk gibi uysallaşmıştı. Ellerini dizlerinin üstüne koymuş, bacaklarını bitiştirmişti. "Kahve içer misin?" diye sordu kıza. Hiçbir zaman kahveyi onun yaptığı kadar güzel yapamamıştı. Belki yüzlerce kez denemişti. Ama "O"nun eli sihirliydi. "İçerim" diye yanıt verdi kız. Sesi alçak çıkmıştı. Ama her zamanki kadınsılığı ve ıslaklığı vardı hala sesinde.

Heyecanla içeri gitti. Kızı istemeye gittiklerinde kahve yaparken hissettiği heyecan böyle bir şey olmalıydı. O ılık bahar akşamında tuzlu kahveyi içtiği akşam aklına geldi. Hiç belli etmemişti kahvenin tuzlu olduğunu. Gülüp geçmişti yine "O"na. Zaten son 4 senedir "O"ndan başkası onu güldürmüyordu. "Hala orta içiyorsun değil mi kahveyi" diye seslendi içeriye. "Evet" diye yanıtladı kız. "İstersen ben yapayım" diye de ekledi. Çok istiyordu "O"nun kahvesini bir kere daha içmeyi fakat "Misafir olan sensin. Ben sana kahve yapacağım" diye cevap verdi.

İçerden televizyonun sesi gelmeye başladı birden. Kız elinde kumandayla televizyon kanalları arasında geçiş yapıyordu. Beraber aptalca programlarla bile dalga geçip eğlenmeyi becerirlerdi. Film de izlerlerdi, şov programı da, maç da..Sırf mutlu olsun diye onun takımının maçlarında beraber tezahurat yaparlardı. Yenilirlerse onu avuturdu. Zaten sarıldılar mı dünyayı unuturlardı. Reklamları çok severdi kız. Yine bir reklama takılmıştı gözü ki içeriye elinde kahvelerle ev sahibi geldi. "Kendime de orta yaptım" dedi hafif tebessüm ederek. Oysa ki içinde fırtınalar kopuyordu. Yine ellerini tutmak, parmaklarını tek tek öpmek, kulağına onu sevdiğini fısıldamak istiyordu. Saçlarının arasında "O"nun ellerinin gezmesini her şeyden çok isterdi şu anda. Yine çimlere uzanıp onun kucağına yatmak, masmavi gökyüzü yerine inatla onun yüzünü izlemek, "O"nun sesiyle en sevdiği şarkıları dinlemek istiyordu yine...

"Sigaraya da başlamışsın" dedi kız elinden kahveyi alırken. "Başladım" dedi ve pakedi kıza uzattı. İçinden bir sigara alan kız zarif elleriyle sigarayı ağzına götürdü. İşaret parmağında adamın en sevdiği yüzük vardı yine. Çakmağıyla kızın sigarasını yaktıktan sonra kendi de bir sigara yaktı. Kahvesinden höpürdeterek bir yudum aldı. Sonra kıza baktı. "Nasıl olmuş" diye sordu kız. "Kendin içsene" dedi adam. Ama biliyordu ki asla kahveyi sıcak içemezdi kız. Birkaç dakika sonra ancak tadacaktı.

Çantasını kucağına alan kız içini karıştırmaya başladı. "Bunu sana aldım" diyerek bir paket çıkardı çantasından. Hediyeleşmeyi çok severdi. Adam mahçup bir tavırla hediyeyi aldı. "Teşekkür ederim zahmet etmişsin" dedi. Pakedi şeffaf bantlarını koparmadan kibarca açmaya çalıştı. "Otobüsten indiğimde yolda gördüm. Ufak bir çocuk yerde tezgah açmış bunları satıyordu. Seveceğini düşündüm" dedi kız. Heyecanla pakedi açan adamın gözleri büyüdü. Gül ağacından yapılmış eski ve çok şık bir pipoydu bu. Kıza bakarak güldü. "Ne sevdiğimi her zaman bilirsin" dedi. "Çok teşekkür ederim. Beni çok mutlu ettin." diyerek içeriye hızlı adımlarla gitti. Kız biraz etrafa göz gezdirdi. Duvarda asılı şeylere, sehpanın üstündeki biblolara, gazeteliğe ve köşe lambasına baktı. Adam içeri geldiğinde elinde bir paket tutuyordu. Bu sefer heyecanla paket açma sırası kızdaydı. "Bana yardımcı olur musun" diye sordu kız. Beraber açtılar hediyeyi. İçinden üzeri kalp ve çiçek desenli pembe bir pijama çıktı. Kızın heyecandan sesi titredi (her hediye aldığında olduğu gibi). "Çok teşekkür ederim" diyerek gözlerine baktı adamın. Öylece dondu kaldı dünya. O an hiç bitmesin istediler. Koltuğuna tekrar oturan adam yere doğru bakmaya başladı. Yine hayallere dalıp gitmişti. Kahvesini yudumlayan kız "Çok güzel olmuş. Sen bu işi kapmışsın" dedi. Nezaketen söylediğini bilen adam tebessümle karşılık verdi.

Sadece birbirlerini izlediler. Son kez. Sessizce kahvelerini yudumlarken o ezbere bildikleri tenlerine son kez baktılar. Kızın dudağı kahve oldu, ona güldüler. Ama hiç ağlamadılar. En azından birlikte oldukları zaman diliminde. Çünkü o an her şeye rağmen yine de mutlu olmasını bildiler.  Birlikteydiler.

Kahvesi biten kız teşekkür ederek fincanı altlığına koydu. Hediyesine bir kez daha baktı ve özenle katlayarak pakediyle birlikte çantasına koydu. "Artık pipo içtikçe seni hatırlarım" dedi adam. Kafasını kaşıdı. Kapıyı kıza açtı ve paltosunu tuttu. "Atkını sıkı sıkı sar ciğerlerin üşümesin" diye uyardı kızı. "Sıkı giyiniyorum artık" dedi kız ve güldü. Son kez sarıldılar kapıda. "Kendine çok iyi bak n'olur" dedi adam. "Sen de canım" dedi kız ve içini titretti adamın. "Hep yılbaşında söylerler bu lafı espri diye ama ben şimdi ciddi ciddi söylüyorum: Seneye görüşürüz" dedi kız o koca gülümsemesiyle. "Seneye görüşürüz" diyerek güldü adam. "Ve seni hala seviyorum.."dedi. İkisi de yutkunamadı bir an. Kızın yine gözleri doldu. "Hoşçakal" dedi. El salladı ve arkasını döndü.

Kapıyı kapatan adam içeri döndü. Odasına giderek çekmecelerinden birini açtı. İçinden uzun kibritlerini çıkardı. Tekrar salona gitti ve yeni piposunu eline aldı. Piponun haznesine yarısına kadar tütün koydu. Kibriti yaktı ve o kokuyu içine çekti. Ucundaki kükürt kısmın yanıp da ateşin tahta kısma gelmesini bekledi. Sonra tütünü tutuşturdu. Birkaç kez körükledikten sonra kibriti tekrar hazneye yaklaştırdı. Yandığından emin olduğunda kibriti sallayarak söndürdü. Vişneli tütünün dumanını tüm ağzında gezdirerek bütün sinirlerini uyardı ve dumanı dışarı üfledi. Elini ceketinin iç cebine attı. Kıza yine kıyamamıştı...son kez...evden tek el ateş sesi duyuldu..ve sonsuz sessizlik..

Wordpress vs. Blogger

Yeniden merhaba

1 yıllık domain süremin dolmasıyla beraber bir de sorgulama sürecine girdim. 1 senedir http://www.duskdiyebiri.com adresinde yazı yazmama rağmen açıkçası wordpress'i sevmedim diyebilirim. Sürekli her güncellemede önüme sıkıntı çıkaran, eklentileri sıkıntılı çalışan ve yine güncellemelerinde sıkıntı yaşatan bir servis oldu benim için. Oysa 2seneyi aşkın süredir herşeyine alıştığım bir blogger vardı.

Kişiselleştirme ve kullanım kolaylığı açısından Blogger'ı son kullanıcı için daha rahat buluyorum. Sanal alemde yazmaktan çok okumaya önem verdiğim için site için harcadığım zaman bana çok fuzuli geliyor. Site en kısa sürede, kolayca hazır ve kullanışlı hale gelmeli.

Blogspot'a dönme kararımda, son 1-2 yıl içinde takip ettiğim ve beğendiğim birçok blogun blogspot olmasının da önemi var. Gerçekten türkçe içerikli güzel bloglar içeriyor ve kendi içinde güzel bir birlik kurmuş. Neyse uzun lafın kısası bu yıl yine burada olacağım sanırım. Wordpress kurulu diğer domain'imi yenileyip yenilememekte kararsızım ama yenilesem bile geçen seferki hatayı yapmayıp orada yayınladığım yazıları burada da yayınlayacağım... Ama zaten yenileyeceğimi de pek sanmıyorum.

Yeni Adres

Serdar kardeşimin desteğiyle artık yeni bir alanadı almış bulunmaktayım. Artık bu adresi güncellemeyeceğimi bildirir en son yazılarımı okumak için http://www.duskdiyebiri.com adresine davet ederim.

Margot at the Wedding


Yönetmen: Noah Baumbach
Senaryo: Noah Baumbach
Oyuncular: Nicole Kidman, Jennifer Jason Leigh, Jack Black, Zane Pais
Yıl: 2007
Tür: Dram/Komedi

Öncelikle Noah Baumbach ismiyle daha önce karşılaşmadığımı belirtmem lazım sanırım. Yönetmenin bundan önce çektiği "The Squid and the Whale" isimli filmini izlemedim (fakat en kısa sürede izleyeceğim). Film ilk başta gözüme "27. Uluslararası İstanbul Film Festivati"nde çarptı.

Nevrotik bir yazar olan Margot (Nicole Kidman) ve oğlu uzun süredir görüşmediği kız kardeşi Pauline'in (Jennifer J. Leigh) düğününe giderler ve birkaç günü çocukluğunun geçtiği ve şu an kardeşinin yaşadığı evde geçirirler. Kontrol hastası Margot başta oğlu olmak üzere herkesi ve her şeyi yargılayar. Oğlunu, kardeşini, kardeşinin nişanlısını (Jack Black), boşanmak üzere oldukları eşini, eski aşkını...insanların özel hayatlarına burnunu sokmayı çok seven ve (yaşadıklarından dolayı) ahlak ve sübyancılıkla ilgili şiddetli tepkileri bulunan Margot aile sırlarını ortaya çıkartarak düğünün mahvolmasına ön ayak olur. Fakat filmin sonunda herkes kendi ailesi ve yaşamına geri döner.

Nicole Kidman ve Jennifer J. Leigh'in üstün performansları filmi olduğundan bir üst kademeye taşıyor. Nevrotizmi buram buram hissettiğimiz Margot karakteri herkesi yargılamasının yanı sıra asla eleştiriye gelemiyor. Özgür ruhlu kardeşi Pauline ile aralarında önceden geçen gerginlikler tekrar gün yüzüne çıkıyor. Filmde ayrıca buram buram hissedilen bir duygu var ki o da Margot'un oğluna olan düşkünlüğü.

Film ve yönetmen hakkında okuduklarıma göre Margot'un oğlu Claude yönetmenin kişisel yaşamından esintiler taşıyormuş. Noah Baumbach da bir yazar çocuğu imiş ve bir önceki filmde de yine yazar ebeveyn ve çocuklarının ilişkisini kaleme almış. En kısa sürede de kendisinin "The Squid and the Whale" filmini izlemeyi düşünüyorum zira kendisi "anlamak isteyeceğim" bir yönetmen olduğunu şimdiden ispat etti.

Margot at the Wedding, bir şaheser olmasa da ilerisi için yönetmenin işlerini takip ettirecek ve belirli bir tarzı oturtmaya başladığının ispatı. Bağımsız filmler, karmaşık aile ilişkileri, nevrotizm, Nicole Kidman gibi sözcükler ilginizi çekiyorsa bu filme bir göz atmanızı tavsiye ederim.

Film Notu: 6.5/10

İyi Yıllar Vista

Öncelikle herkese 2009 yılının mutluluk, sağlık, barış ve huzur getirmesini diliyorum. Herkes bu yıl için hayal ettiklerine ulaşır umarım. Bu sene sonunda askere gitme planlarım vardı fakat okulumun güzel çabaları sonucunda diplomamı 3 gün önce alabildim ve Aralık celbi yalan oldu tabi ki. Bu yüzden 2009 yılının yarısını (Aslında 5ay 5 gün) asker olarak geçireceklerden biri de benim.

2009 yılına 2 yenilikle giriyorum. Bunlardan birisi artık resmi olarak "Gıda Mühendisi" unvanına sahip olmam. Diğeri ise dün yaptığım işlem sonucu artık notebook'umda Windows Vista (veya herhangi bir Microsoft ürünü) bulunmaması. 35gb kadar ayrılmış bir partition'da aslan yavrusu gibi yatıyor ve hiç dokunulmuyordu. Ben de ona ayrılan sürenin sonuna gelindiğini hissederek o kısmı daha çok müzik ve film için kullanacağımı düşünüp kendisine yol verdim (zaten 80gb harddiski olan bir dizüstü için 35gb alan çok büyük bir oran). Madem ki Macbook'lar Macosx ile satılıyor ve Windows'a ihtiyaç duymuyor o halde ben neden duyayım ki? Ne eksiğim var?

Yılbaşı koşuşturması bittiğinde 2008 ile ilgili fikirlerimi; film, müzik, teknoloji vs açısından değerlendireceğim. Şimdilik hepinize iyi eğlenceler diliyorum yılbaşında. Yeni yılınız kutlu olsun!!

Archlinuxtr Twitter.com'da


Twitter oluşumundan belki haberi olanlar vardır. Facebook'taki şu an ne yapıyorsunuz kısmı gibi anlık olarak 160 karakter sınırlamasıyla ne yaptığınızı yazıyorsunuz. Biz de Archlinuxtr oluşumu olarak Twitter sitesinde Archlinux'la ilgili gelişmeleri, wiki çevirilerini, önemli duyuru ve haberleri yazmayı düşündük. İyi ettik, kötü ettik bilemem ama takip etmek isterseniz buyrun adres:

4 Resimde Ruh Hali



Budur...